Boşanmış Kadının Korunma İsteği Karşısında Devlet Ve Yargı Eylemsiz Kalamaz

Boşanmış Kadının Korunma İsteği Karşısında Devlet Ve Yargı Eylemsiz Kalamaz


T.C.
İSTANBUL
1. AİLE MAHKEMESİ

KARAR
ESAS NO : 2010/19 D.İş
KARAR NO : 2010/25

HAKİM : İZZET DOĞAN 19054
KATİP : GÜL SEZİK 135007

TEDBİR İSTEYEN : E.D.
KARŞI TARAF : H.D.

TEDBİR KONUSU : 4320 Sayılı Yasaya Göre Koruma Kararı
TALEP TARİHİ : 07/06/2010

KARAR TARİHİ : 05/07/2010

Tedbir isteyen E.D. eşi tarafından şiddete maruz kaldığını, kendi yararına olmak üzere 4320 sayılı yasadaki tedbirlerin uygulanmasını talep etmiş olup, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Avrupa ülkelerinden çoğu, ayrıca Avusturalya, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada 1970’li yıllardan sonra kabul ettikleri yasalarla aile içi şiddeti önlemeyi amaçlamışlardır.

20 Aralık 1993 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge” kadına karşı şiddetin önlenmesinde çok önemli Uluslar arası bir belgedir.

Avrupa Parlementosu 1997 yılında “ Avrupa Çapında Kadınlara Karşı Şiddete Sıfır Hoşgörü” kararı ile “1999 yılının Avrupa Kadınlara Karşı Şiddete Hayır Yılı” olarak duyurulmasını veğ bu amaçla kampanyalar düzenlenmesini öngörmüştür.

Uluslararası gelişmelerin yansımaları geçikmemiş ve 1980’li yıllarda, şiddeti önlemeye yönelik çalışmalar ülkemizde de başlamıştır.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni 1985 yılında imzalanmış ve sözleşme ülkemizde 1986 yılında yürürlüğe girmiştir.

Avrupa Birliği müktesebatına uyum çerçevesinde düzenlenen Ulusal Program Siyasi Kitleler Bölümü’nde , “Kadın-Erkek eşitliğinin özellikle uygulamada sağlanması bir öncelik alanı olacaktır” denilmektedir. Unutmamak gerekir ki anayasamızın 90/son fıkrası uyarınca “ Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar için anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz” denilmektedir. Usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Uluslar arası sözleşmeler yanı konuyu düzenleyen iç hukuk kurallarının üstünde yer alırlar.

Gerek Uluslar arası gelişmeler ve gerekse ülkemizde yapılan çalışmalar sonucu 14 Ocak 1998 tarihinde “4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun” kubul edilmiştir. İşte bu yasa ile aile içi şiddet ilk kez bir hukuksal kavram olarak karşımıza çıkmıştır. 4320 sayılı bu yasanın genel gerekçesinde; “Aile içi şiddetin zararları sadece toplum açısından değil, birey açısından da tehlikeli sonuçlar yaratmaktadır. Aile içi şiddet, sevgi, şefkat ve merhamet göstermesi gereken bir kişi tarafından uygulandığından, şiddete maruz kalan aile bireyinin ruhi yapısında hayatı boyunca silinmesi zor izler bırakmaktadır” denilmektedir.

Anayasamızın, ailenin korunması başlıklı 41. maddesinde, ailenin Türk toplumunun temeli olduğu belirtildikten sonra devletin ailenin huzur ve refahı, özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli önlemleri alacağı öngörülerek devlete koruna görevleri yüklemiştir.
7 Mayıs 2004 tarihinde anayasamızda yapılan değişiklikler kapsamında “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddede değişiklik yapılarak; “Kadın ve erkek eşit haklara sahiptir, devlet , bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü getirilmiştir.

İşte Türkiye’nin sorunu da bu eşitliğin yaşama geçirilmemesi, uygulamalarda erkek egemen bakış açılarını değiştirememesidir.

Türkiye’nin 4. ve 5. Birleştirilmiş CEDAW Komitesi, öncelikle Türkiye’den CEDAW Sözleşmesi’nden doğan yükümlülüklerinin tümünün “sistemli ve devamlı” bir uygulama ile yerine getirilmesini istemiştir. Prof. Acar’a görebu husus çarpıcı ve gerçekçi bir tespittir. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kadın-erkek eşitliği olmadığı, bu yönde acil ve Türkiye’nin Uluslar arası taahhütleri ile tutarlı adımlar atılması gereği yadsınamaz bir olgudur.

Hemen ve önemle belirtelim ki Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslar arası Sözleşmesi’nin (CEDAW) 2 E maddesi, “Taraf devletler, herhangi bir kişi, kuruluş veya teşebbüsün kadınlara karşı ayrım yapmasını önlemek için bütün uygun önlemleri alır” demekle özel kişilerin davranışlarından da devleti sorumlu tutmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 9 Haziran 2009 tarihli Opuz/ Türkiye kararından çok önce 3420 sayılı, Ailenin Korunmasına Dair yasada 5636 sayılı yasayla yapılan ve 04/05/2007 günlü Resmi Gazetede de yayınlanarak yürürlüğe giren değişiklik üzerine bu değişiklik de “ayrı yaşayan aile bireylerinden eş ve çocukların yanında eşlerinde korunma kapsamına alınmamasının büyük bir eksiklik olduğu” belirtilmiş ve bu husus eleştirilmiştir. (bknz. İzzet Doğan İstanbul Barosu Dergisi yıl 2008/3 Mayıs- Haziran syf. 1230 Kadına Yönelik Şiddet Uluslar arası Belgeler 4320 Sayılı Ailenin Korunması İlişkin Yasa ve Bu Yasada Yapılan Değişiklikler Üzerine Bir İnceleme)
AİHM 9 Haziran 2009 tarihli Opuz/Türkiye kararında Kadına karşı şiddeti yargılamış ve bu davada üç ayrı aykırılık (ihlal) bulmuştur. Bunlar yaşam hakkının ihlali, kadına gösterilen şiddetin kötü muamele olarak nitelendirilmesi ve bu bağlamda cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesinin devletin görevi olduğu ayrıca kadına karşı şiddetin bir tür ayrımcılık olduğu hususları ile
Bize göre 4320 sayılı yasayı Uluslararası Sözleşmeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin özellikle Opuz/Türkiye kararından bağımsız olarak uygulamak Türk yargısı için mümkün değildir ve olanaksızdır.

Somut olayımızda önlem isteyen E. D.in boşanmış olması onun devletin sorumluluğunda olan yaşam hakkının güvenceye alınması ve ona karşı gösterilecek şiddetten korunmasına engel değildir. E. D. devlet tarafından korunma hakkı olan; “SAVUNMASIZ BİREYLER” kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla şiddete karşı kalma olasılığının bulunması yeterli sayılarak yaşam hakkı ve bedensel, zihinsel bütünlüklerinin korunması gerekir. Konu tamamen AİHS 2. maddesi ve 3. maddesi kapsamında ele alınmıştır. Başvurucunun korunma isteği karşısında devletin ve yargının eylemsiz kalması söz konusu olamaz. Burada, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin “CEDAW” 1. maddesi uyarınca CEDAW Komitesinin aile içi şiddetin kadınlara karşı bir ayrımcılık türü olduğunu tekrarladığını unutmamak gerekir. Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında evlilik dışı birliktelik ve yakın yaşam arkadaşlığı aile kavramı kapsamı içerisinde sayılmaktadır. Tüm bu nedenlerle başvurucunun “korunması” ve şiddet uygulama olasığı bulunan diğer taraf için “geri dur” emrinin verilmesi yasaya uygun olmasa bile mahkememizce hukuka uygun olarak kabul edilmiştir.
Bu nedenlerle ve tüm bu dosya kapsamına göre ;
HÜKÜM:
1- Talebin KABULÜNE, Sokakta veya başka bir yerde tarafların karşılaşması halinde H. D.in, E..D’e 15 metreden fazla yaklaşmamasına ve mesafeyi H.D.’in muhafaza etmesine,

2- Kusurlu eş H.’İn eşi E.D’e ve aynı çatı altında yaşayan aile bireylerine karşı 3 ay süreyle Şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmamasına, Müşterek evin tahsisi ve eve veya işyerlerine yaklaşmamasına, Eşyalara zarar vermemesine, İletişim araçları ile rahatsız etmemesine, Silâh veya benzeri araçların teslimine, Alkollü veya uyuşturucu madde kullanarak konuta veya işyerine gelmemesine veya bu maddeleri kullanmama ‘sına,

3- Varsa silah veya benzeri araçların tarafından zabıtaya teslimine,

4- 4320 Sayılı Yasaya göre verilen koruma kararlarının 3 ay için geçerli sayılmasına,

5- Hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı veya hürriyeti bağlayıcı cezaya çarptırılacağı hususunun kusurlu eş H.D.a ihtarına,

6- Kararın bir örneğinin tedbir isteyene verilmesine, bir örneğinin de gereği için resen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine,
7- Harç alınmasına yer olmadığına,
İtiraz yolu açık olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda karar verildi. 05/07/2010

Katip 135007

Hakim 19054
İZZET DOĞAN

 

Bu alanda hukuki destek sorularının gönderilmemesini rica ediyoruz.
Maille gönderilen hukuki destek kapsamındaki sorular yanıtlanmamaktadır.

Kapat